The House of the Dead - Fyodor Dostoyevsky

Ölüler evinden anılar, Dostoyevski’nin bir romanı.
Romanda Alexandr Petroviç Goryançikov’un hapse düşmesi, hapisteki hayatı, diğer mahkumlarla ilgili gözlemleri anlatılıyor.
Goryançikov’un duyguları, düşünceleri, diğer mahkumlarla olan ilişkisi, diğer mahkumların duygularını ve düşüncelerini anlamaya çalışması müthiş anlatılmış.
Mujik ve soylu ayrımının hapishanede bile devam etmesi, diğer mahkumların ruh hallerinin ele alınışı, hapishanenin ve çevresinin anlatılışı, kıyafetlerin ve yemeklerin hali, prangalar …
Roman boyunca prangaların seslerini duymak mümkündü benim için.
Kitapta benim için oldukça vurucu olan birkaç yer var:
Veremli bir mahkûmun ölüm sahnesi. Mahkûmun ölümünün ardından Çekunov adlı bir mahkûmun “Bunun da bir anası vardı” dediği an. Romanı neredeyse yarıda bırakmama neden olacak zavallı Akulka’nın içler acısı hikayesinin kocasının ağzından anlatılması. İnsanlar ne zalim.
Aklımdan çıkmayacak hamam sahnesi. Dostoyevski diyor ki “Hamamın kapısını açtığımız zaman cehenneme girdim sandım …”. Gerçekten de cehennem gibi bir hamam tasviri, kir, pislik, kalabalık, boğucu, sıcak bir ortam. Goryancikov’un yıkanmak için hapishane kıyafetlerini ve prangalarını çıkarmaya çalışması ve bu sırada hissettikleri, utanma, pişmanlık.
Unutamayacağım şu söz:

Bir insanı cezalandırmak, onun ruhuna işkence etmek isterseniz, ona yaptığı işin ne kadar anlamsız olduğunu gösterin ve onu bu işleri yapmaya zorlayın.

Ve son olarak, hapisteki son gün, özgürlüğe, yeni hayata kavuşma. Mahpusluğun sona ermesi.