• Bu tür sorular ve cevaplar birbirini kovaladı. Anlaşılan bu şahısların her biri, lügatteki kelimeleri torbaya doldurmuş, rastgele çekerek cümleler kuruyorlardı. Cümlenin anlam taşıması için, özne, yüklem, nesne ve tümlecin olması kâfi görünüyordu. Fakat anlamın tamamlanması için cümlenin devrik olması şarttı. Çünkü edebiyatta devrim yapmanın başka çaresi yok gibiydi. Talebelerin ve Hoca’nın söz ve söylevleri, Canatan Sivif’in Gülüver’in Seyahatleri başlıklı kitabındaki, Lagando Akademisi’ni akla getiriyordu.

highlight @ page 23, loc. 341-343

  • Bu lumpen mükemmeliyetçilerin sevinçlerinin sebebi, “İyi ki onun yerinde değilim! Benim yapabileceğim hatayı iyi ki o yaptı!” fikri idi.

highlight @ page 24, loc. 362-363

  • Enayi bir de utanmadan Hoca’nın mezhebine dil uzatmıştı: Allah kısmet eder de, sosyalizmin ardından komünist nizâm kurulursa, sınıf muharebeleri hâlihazırda biteceğinden, komünizm de artık kendini ilelebet tekrar edecek, işte bu nizâmda ilericilik böylece tarihe karışacağından cümle âlem muhafazakâr olacaktı! Yuha! Pes doğrusu! Ama İdris Âmil Efendimiz Hazretleri, yılışık sıvaşık sırıtıyor, enayinin sözlerine fazla aldırmadan kesif bir faikıyyet hissinin tadını çıkarıyordu.

highlight @ page 27, loc. 400-404

  • Okusun diye gönderildiği üniversitede, rica minnet torpil piston işlemediği için hayli sıkıntı çekmiş, sonunda bu hanımın Orta Doğu için iyi olduğuna kanaat getirdiklerinden, felsefe doktörü değil, Orta Doğu’nun felsefe distribütörü olsun diye sertifikasına damgayı vurmuşlardı.

highlight @ page 29, loc. 435-438

  • İşte bu hanım öyle bir âlemde hüküm sürüyordu ki, Demeter’in kızının Hades tarafından kaçırıldığı, Herkül’ün Hidra’yı öldürdüğü, İkarus’un kanatlarının güneşe yaklaştıkça eridiği gibi efsanelerle bile dalga geçen kadîm Yunanların aksine, bu camiada hemen herkes, çıkarılan söylentilere ilmî metot gereği inanır ve dipnotlar düşerek yeniden neşrederdi. En ziyâde, bu tur neşriyatla kıdem, unvan ve nüfûz kazanılırdı. Bu sûretle, hanımın camiasında akıl ve ahlâk konusunda mitostan logosa geçilemediği için, ezkaza bir güneş doğarsa, kalleşçe yollardan Şark’ta derhal batırılır ve ufuktaki kanın kızıl rengi keyifle seyredilirdi.

highlight @ page 30, loc. 450-452

  • devletimiz sanatçıları daha bir ciddîye alırdı. O zamanlar üç grup sanatçı vardı. İlki, devletin halktan topladığı parayla Evropa’ya gönderilenlerden ibâretti ki, bunlar için ‘takdirnâmeler’ tanzim edilirdi. Ama ikinciler daha bir ciddîye alınır, yazdıkları her bir kitap ilgili memurlarca satır satır okunur, haklarında ‘fezleke,’ iddianame,’ ‘gerekçeli hüküm’ gibi kâğıtlar hazırlanırdı. ‘Artist vesikası’ verilen üçüncü gruptakiler ise bazı tiyatro kumpanyalarında, daha da acısı pavyonlarda çalışırlardı. Ama yine de pavyonlar o kadar kötü yerler değildi. Çünkü, tuhaf gelecek ama bir yanıp bir sönen rengârenk neon lambaları, yol iz bilir ve hürmetli fedaîleri, cömert garson ve kadirşinas komileri ile bu tür bir mekâna devam etmek, insan olmanın iki yolundan biriydi!

highlight @ page 31, loc. 467-472

  • Kısacası kadim efendilerin köleler üzerinde mülkiyet, şimdikilerin ise zilyetlik hakkı vardı.

highlight @ page 34, loc. 514-514

  • Zaten her dini bütün kişi ‘abdullah,’ yanı ‘Allah’ın kölesi’ değil miydi? Herhangi bir ‘abdullah’ın bir kölesi, yani bir ‘abdulabdullah’ı varsa, köle sahibi bizzât kendisini şirk koşmuş olmayacak mıydı? ‘Şirket,’ işte buydu! Ama fabrika adama, babasından miras kalmıştı.

highlight @ page 34, loc. 516-518

  • Meselâ biri, Allah’ın dağında bayırında çift sürüp ekip biçse, mahsul onun olurdu. Ama Allah geçinden versin, vefat ettiğinde araziyi miras bırakamazdı. Çünkü vefat ettiğine göre, sahipsiz kalan arazi artık var olmayan birine değil, herkese ait olurdu. İşte bu araziyi, sağlığında çoluk çocuğuna da devredemezdi. Çünkü mülkiyet, tıpkı hürriyet gibi, devredilemez ve vazgeçilemez bir haktı. Kaşalotzâde işte bunları söylüyordu, Neüzübillâh!

highlight @ page 34, loc. 519-522

  • Dünya denilen gebergâhtaki en aşağılık insan o olamazdı!

highlight @ page 55, loc. 840-840

  • Yükselmiş birini düşürmek, yahut onun düştüğünü görmek, aşağıdakilerde adâletin yerini bulduğu hissini uyandırır ve onlara mutluluk verirdi.

highlight @ page 65, loc. 992-993

  • Dediğine bakılırsa, birçok meslektaşının aksine, onlar kadar dürüst olmayan müteahhit, yanan hamamın arsasına iş hanı yapacak ve parayı vuracak, aynı zamanda memleketin iktisadî durumunu bu sayede az buçuk düzeltecekti.

highlight @ page 80, loc. 1222-1224

  • müteahhidin manevi taralı güçlüydü. Çünkü Uhud’dan Ridaniye’ye kadar yapılan bütün dinî harpleri biliyordu. İllâ ve lâkin, ruhuna pek uygun olarak, askerî tarihi bilmesine rağmen galiba sanat tarihinden epey habersizdi. 400 senelik hamamı belki de bu yüzden gözden çıkarmış olmalıydı. Muhtemelen iş hanından enikonu para kazanacak, ama müzayedede bir Hint minyatürü almak, yahut yatla Galapagos Adalarına seyahat etmek, tayyareyle Capon diyârına uçup Tempuri yemek aklına gelmeyeceği için bu para, kasasını beyhûde yere doldurmuş olacaktı. Galiba adam, zenginlik ile refahı aynı şey zannediyordu. Ama sanat tarihi, Galapagos’taki o tuhaf hayvanlar, uzak şark aşevlerindeki yarım porsiyon acayip yemekler, haybeden mantardan şeylerdi. Her şeyden önce yaktırdığı tarihî hamam, alt tarafı bir taş yığınıydı! Hem vaktiyle Sultan Hazretleri de, Zevs denilen putun altarını, “ne de olsa taştır,” diye bir Evropa devletine vermemiş miydi! Aynı zamanda, sanat, ilim ve edebiyat tarihi de fasaryaydı. En önemli tarih, zaferlerin ve kahramanların anlatıldığı askerî, sonra da siyasî tarihti. Ama öyle bir siyaset değil, tebaanın seyisi olan sultanların kılınçla yazdığı tarihti bu. Çünkü tarih yazmak ayaktakımının haddi değildi. Üstelik, servileriyle birlikte yanıp giden yarı virâne bir hamam zaten ne işe yarayacaktı! Müteahhidin bu suale cevap verebilmesi için Galapagos Adaları‘nı bir ziyâret etmesi gerekiyordu ama, coğrafya ve yol yordam bilmemek onun kabahati değildi. Evet! Hamam galiba bir işe yaramayacaktı. Ama iş hanı ve getireceği para öyle değildi: İşte o virâne hamam, bu paraya dönüşecekti. Vicdanı olan herkes, 400 senelik hamamın ve yarım asırlık servilerin değil, darphanede 4 saniyede basılan bir deste gıcır gıcır banknotun daha fazla kıymet taşıdığına kalıbını basardı! Serviler ve hamam alevler içinde yanadursun, sabah ezanına az zaman kala taksi şoförü İdris Âmil Hazretleri’ni Kasımpaşa’daki evinin tâ önüne kadar götürdü. Pederi ve dedesi kapıda bekliyordu, ama Dayı ortalıkta yoktu. Efendimiz içeri girdiğinde, oğulcuğu Yaşar’ı sedirde uyurken, Dayı‘yı ise masa başında. Kahire istasyonuna ayarlı o lambalı radyodan feryat eden Ümmü Gülsüm’ü dinlerken gördü. Omuzuna çaprazvari astığı dimağ kontrol cihazının zili durmadan çalıyordu. İdris Âmil Hazretleri Dayı‘nın cihazını

highlight @ page 81, loc. 1229-1241

  • bütün mühim misafirler için geçerliydi. Gemilerde boylam tespitine yarayan hassas kronometrelerin aksine bu şahısların saatleri, her ne kadar İsviçre imalatı olsa da, zaman denilen şeyi, ziyânın süratine izafeten değil, onların keyiflerine izafeten yavaş yahut hızlı akıtır, randevulara para ve itibar kokusu alındığında erken, zahmet ve külfet kokusu alındığında da geç gelinirdi. Çünkü koskoca bir kasabadan ibaret memlekette yegâne sâbite, ziyânın suratı değil, mühim şahısların keyfiydi.

highlight @ page 84, loc. 1276-1280

  • Çünkü hayatın tekdüze ve teksesli bir musikî gibi aktığı, sürprizler, şaşırtmacalar ve geniş interval sıçramalarıyla tatlı huzurlarının bozulmasını istemeyen miskin insanların yaşadığı bir yerde, ne yapacağı kestirilmez delilere, kısacası yeniliklere ihtiyaç yoktu.

highlight @ page 86, loc. 1305-1307

  • Susmasının nedeni, kulağından beyninin muhakeme mahalline sinyaller gönderen sinirin, herhalde kireçlenme neticesinde, elektriğe mukavemet göstermesi olsa gerekti.

highlight @ page 126, loc. 1930-1931

  • Utanmaz enayiye göre demokrasi, ancak Hakikat’in acımasız bir despot olduğunun keşfedildiği memleketlerde varolabilirdi. Oysa, asırlardır sultanlar veya fuhrerler tarafından idare edilmiş memlekette Hakikat, ahalinin reyine ve uzlaşmasına dayanıyordu; öyle ki Hakikat, başta hâkim sınıf olmak üzere herkesin işine gelmeliydi.

highlight @ page 132, loc. 2021-2023

  • Uzlaşmaya dayalı demokrasi varsa Hakikat despot, uzlaşmaya dayalı Hakikat varsa rejim despot olmaktaydı. Bu nedenle memlekette Hakikat mutlak değil, örfî idi. Hattâ daha da fazlası, hukukî idi de. Meselâ ahalinin Hakikat diye kabul ettiği şeye dil uzatmanın cezası hapisti. Çünkü Hakikat birçok kişinin işine gelmeli, bir işe yaramalıydı. Gel gör ki, memleket insanının kendisini Hakikat’e yaklaştıracak metot olan ölçme ile arası hoş değildi. Meselâ ahali, “3 gram tuz” demek yerine, “3 tutam tuz” demeyi tercih ederdi. Bu sadece avâma değil, çoğu sosyal ilimciye de mahsûstu. Çünkü bunların, tanımlarla arası hoş olmazdı.

highlight @ page 132, loc. 2023-2027

  • Mevcûde’nin Çekilmez Hoppalığı Müellifi: İlhan Kundura Pederler ve Mahdumlar Müellifi: İrfan Turhangil Cemazziyelevveli Yoklarken Müellifi: Parsel Pürüz Sanatkârın Terbıyık Olarak Sûreti Müellifi: Cezmi Coz İstifrâğ Müellifi:Cankul Serter Nurdan Camii Kamburu Müellifi: Fikret Fügo

highlight @ page 147, loc. 2254-2254

  • Olağan şahıslar Başarı‘nın, Meryem gibi bâkire olduğuna inanırlar ve bir tabu olarak gördüklerinden, O’na ne dokunur ne de bir başkasının dokunmasına izin verirlerdi. Eğer bir densiz, Bâkire ile cinsî olmasa bile edebî ilişkiye girip ona sahip olsa, edebi zinâ suçu işlediği için, başarı konusunda abazan olanlarca derhal recmedilirdi. Zaten

highlight @ page 158, loc. 2413-2415

Convert your Amazon Kindle highlights, notes and bookmarks into markdown files using:
https://github.com/rc2dev/fyodor

I also generated and then edited this text using fyodor.