Sayın Ord. Prof. İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI’nın OSMANLI TARİHİ 1. Cilt kitabından:

  • Jan Hunyad, Türk kuvvetlerinin dağınıklığından istifade ile ansızın üzerlerine atılarak onları bozmuş ve daha sonra Osmanlı karargâhına kadar hücumu ilerletmişti; bu tehlikeli anda vezirlerden biri bir zarar gelmemesi için pâdişâhın karargâhı terketmesini teklif etti ise de Sultan Mehmed “Düşmandan yüz döndürmek sıngın nişanıdır” yani bozgunculuk alâmetidir sözleriyle bu teklifi reddetmiş ve üzerine hücum eden üç düşmanı bizzat kendi eliyle Öldürmüştür.

highlight @ loc. 937-940

  • Fatih Sultan Mehmed’in karargâha hücum eden düşmana karşı gösterdiği sebat ve mukavemet korkunç bir bozgunu önlemiş ve sonu belki de büyük bir Haçlı Seferi vücuda getirebilecek olan tehlikeyi bertaraf etmiştir; bu mücadelede düşman da fazlaca yıpranmış olduğundan çekilmiş ve Osmanlı kuvvetleri bu sefer de başarısız dönmüşlerdir (1456 Temmuz).

highlight @ loc. 942-944

  • Dukas’ın söylediğine göre Pâdişâh: — “Buradan gitmekliğim kabil değildir; ya ben şehri zabtederim, yahut şehir beni ölü veya diri olarak zabt eder, eğer şehirden sulhen çekilirsen sana Aforo’yı ve kardeşlerine diğer eyaletleri vereceğim; bu suretle dost oluruz, şayet şehre harben girecek olursam eşraf ve ayanını ve seni öldürüp halkı esir edip mallarını yağmalattırırım” cevabını gönderdi.

highlight @ loc. 7872-7875

  • Filhakika Venedik veya Papa donanmasının Sakız’a, geldiği haber alınmıştı; son yapılacak hücumun neticesine kadar Macar elçisi iade edülmiyerek alıkonuldu; muhasaranın uzaması ve bir muvaffakiyet elde edilememesi sebebiyle asker arasında da dırıltı başlamıştı; padişah hakikaten endişeli idi. Ak Şemseddin’in sebat ve hücum edilmesi hakkındaki mektubu ve mânevi tebşiratı havi yazısı da herhalde Sultan Mehmed üzerinde müessir olmuştur.

highlight @ loc. 7898-7901

  • Sultan Mehmed, deniz ve kara kuvvetleri hazırlığı kumandanlarını toplayarak teşci yollu hitabede bulundu; onlara gösterdikleri gayret ve fedakârlıklardan dolayı teşekkür etti ve yapılacak son hücumda da büyük fedakârlıklar beklediğini ve İstanbul’u fethetmeden geri dönmiyeceklcrİni anladığını ve kazanılacak zaferin temin edeceği menfaatleri ve şehrin bütün servetini kendilerine bıraktığım ve asırlarca düşmanlığını gördüğü İstanbul’un zabtının zaruri olduğunu, surların artık girilebilecek bir hale geldiğini, surları müdafaa edenlerin az ve yorgun olduklarını ve Türk askeri gibi nöbetle dinlenmediklerini ve bunun da muvaffakiyet için bir âmil olduğunu, bunun için yakında hücum yapılacağını gaye elde edilmedikçe sulh veya mütareke olamıyacağını beyan ederek kendilerini teşci etti.

highlight @ loc. 7902-7907

  • Osmanlı hanedanı Oğuzların Kavı boyuna men bütün Türk devletlerindeki kanun ve töreye göre memleket ailenin müşterek malı olup o aile içinden Ulu Bey intihap edilen reis de, o aile ve o memleketin reisi olurdu. Osmanlıların ilk zamanlarında da görülen bu âdet, I. Murad zamanından itibaren yalnız hükümdar bulunanın evlâtlarına inhisar etmişti. Yine bunlarda, hükümdar intihabı da devleti idare eden vezir ve beylerbeğilerle ilk devirlerde bu devletin kuruluşunda birinci derecede rolleri olan Ahi’lerin ellerinde idi. iktidar mevkiinde bulunan hükümdar, kendisinin yerine geçecek olanı namzet göstermezdi;

highlight @ loc. 8029-8032

  • Osmanlılarda hükümdarlığa kimin geleceğine dair bir saltanat kanunu yoktu ve hükümdarlar bir isyan hâdisesinin önüne geçmek için kardeşlerini öldürürlerdi; bu an’ane daha sonraları Fatih Sultan Mehmed’in kanunnâmesiyle kat’î şeklini almıştı; bu kanunnâmeye, Osmanlı hanedanından her kime hükümdarlık nasip olursa nizam-ı âlem için kardeşlerini öldürmesi hususunda bir madde konmuştu.

highlight @ loc. 8034-8037

  • Osmanlı pâdişâhı memleketin sahibi olmak îtibarile tebeasının canı ve malı üzerinde tasarruf hakkı vardı; vasıtalı vasıtasız bunu kullanırdı; her türlü kuvvet padişahtan gelirdi; fakat bunu keyfî olarak değil kanun, nizam ve an’anelere dayanarak ve muamelâtın icaplarına göre yürütürdü. Devlet işlerinde kesin bir karar vermeden evvel, işler devlet divanında incelenir ve bundan sonra son karar hükümdarın olurdu. Hükümdarın her hangi bir mesele hakkında verdiği karar ve kat’î olarak beyan ettiği mutalea kanundu. Pâdişâhlar zaman zaman devlet işleri, şer’î ve hukukî muameleler hakkında îcab edenlerle görüşüp kendilerinden fikir alırlardı. Bu mütalealardan anlaşılacağı üzere zahiren geniş ve hudutsuz salâhiyeti olduğu görülen pâdişâh hakikatte bir takım kanunlarla mukayyetti; bu da bir devletin devam ve bekası için zarurî idi. Osmanlı hükümdarlarının ilk ve en kudretli zamanlarında bile divan kararlarına tamamen riayet ettikleri ve bunun haricine çıkmadıkları görülmektedir.

highlight @ loc. 8047-8051

  • Osmanlı tarihlerinde birinci pâdişâh sayılan Osman Gazi, hakikatte hükümdar olmayıp Türk ülkesinin kuzey batısında bir uç beyi idi; kendisinin şimdiye kadar ne bir sikkesine ve ne de bir kitabesine tesadüf edilmiştir. Ahi’lerin nüfuzundan istifade eden Osman Gazi, plânlı ve programlı faaliyetiyle hududunu genişletmiş, yaşadığı müddetçe Anadolu Selçuklulariyle İlhanlılara tabi bir uç beyi olarak kalmıştır.

highlight @ loc. 8063-8066

  • Hakikî olarak ilk Osmanlı hükümdarı Orhan Bey’di (1324 — 1362). Babasının son zamanlarında ona vekâlet eden ve vefatından sonra da Ahilerin karariyle beyliğin idaresini bilfiil eline almış olan Orhan Bey, teşkilâtçı, uyanık, azim sahibi, siyasî hâdiselerden istifade etmesini bilen bir devlet reisi idi. Esaslı bir programla hareket ederek Rumeli’de yerleşmek için ilk temeli atmıştır; değerli kumandanları sayesinde beyliğin hududunu genişleterek idarî ve askerî teşkilâtla onu bîr devlet haline sokmuştur.

highlight @ loc. 8066-8066

  • Reaya denilen köyler halkı dirlik, vakıf, mülk reayası olarak başlıca üç sınıfa ayrılmıştı.

highlight @ loc. 8167-8168

  • Teşkilât-ı Esasiye kanunundaki (Anayasa) tadilât üzerine vilâyetlere il, kazalara ilçe ve nahiyelere de bucak adı verilmiştir

highlight @ loc. 8176-8177

  • Arazi-i emîriyye veya arz-ı memleket denilen yerler devlete ait topraklar olup bunlar öşür ve resimlerine ve hizmete göre büyük, orta ve küçük parçalara bölünmüştü; bu arazîyi ekip biçen halka da reaya denilirdi;

highlight @ loc. 8184-8186

  • fethedilen bir memleketin yerleri (şehir ve kasabalardaki bağ ve bahçe ve mcr’alar hariç) arazi-i emîriyye sayılarak tahrir edilmiş ve o topraklar, ekilmek ve boş bırakılmamak şartiyle yine eski sahipleri üzerinde bırakılmıştı. Bunlar şeraite riayet ederek o toprağı ekip, biçerler ve öldükleri zaman yerleri evlâtlarına da intikal ederdi.

highlight @ loc. 8186-8188

  • Emîrî arazi, has, zeamet ve tımar olarak üç kısma ayrılmıştı.

highlight @ loc. 8188-8189

  • Tımar, zeamet, has sahiplerinin kendilerine tahsis edilen topraklardan aldıkları öşür ve resme dirlik ve bu dirliğe sahip olan has, zeamet ve tımar erbabına da sahib-i arz denilmiştir. Sahib-i arz, Öşrü kendisine tahsis edilen toprakları, reayanın vazifesini yapmadığı zaman hükümdar’a 443 vekâleten onun elinden alıp başka birisine verebildiği için kendisine bu isim verilmiştir.

highlight @ loc. 8195-8198

  • Osmanlılarda arazi-i emîriyyeden başka vakıf ve mülk topraklar da vardı; bunlar arazi-i emîriyyeden ayrılmak suretiyle tnüessesata veya hizmet mukabili bazı kimselere verilmiş yerlerdi; tabiî bunları ekip biçen reâyâ da vardı

highlight @ loc. 8198-8199

  • Bu kayıtlardan anlaşılacağı üzere sahib-i arz, reayanın efendisi ve onun işlediği toprağın sahibi gibi ise de reaya üzerinde haksız ve keyfî bir muamele yapamazdı. Yaptığı takdirde bunun hakkında takibat yapılır ve îcap ederse elinden dirliği alınırdı.

highlight @ loc. 8210-8212

  • Devşirmeye tâyin edilen memur, eline verilen fermanla kendisine devşirme mıntakası olarak gösterilen sancak ve kazalara gidip, mahallî kadıların ve sipahilerin yardımlariyle kazaları dolaşır ve kilise hey’etleri vasıtasiyle çocuk devşirirdi.

highlight @ loc. 8263-8264

  • Yeniçerilerin orta veya bölüklerinde ayrı ayrı yardım sandıkları vardı; sıkılanları az bir faizle buradan para alırlardı. Ortaların bazı masrafları da bu sandığın faiz parasından temin edilirdi; varisi olmıyan yeniçerinin terekesi bedeli mensup olduğu orta sandığına konurdu.

highlight @ loc. 8307-8309

  • Süvari ocağı da yeniçeriler gibi hükümdarın şahsına mahsus olup derece ve maaş itibariyle yeniçerilerden üstündü; fakat hizmet ve hükümet üzerindeki nüfuz bakımından yeniçeriler ileride idiler.

highlight @ loc. 8340-8341

  • Osmanlı devletinin en kuvvetli temel taşı olan ve bu imparatorluğun büyümesinde birinci derecede hizmetleri görülen topraklı veya timarlı süvari teşkilâtını, ıktâ denilen tımar sistemi meydana getirmişti ki bunu Osmanlılardan evvel diğer islâm - Türk devletlerinde de görmekteyiz. Timarlı sipahi veya süvarinin hizmet mukabili reayadan almış olduğu öşür ve resme dirlik ve sipahinin kendisine de Sahib-i arz denilirdi.

highlight @ loc. 8363-8365

  • Gerek timarlı sipahiler ve gerek diğer dirlik sahiplerine tahsis edilip devletçe tesbit edilmiş olan senelik öşür ve rüsum hazineye almmıyarak kendilerine terk edilmişti; yani bu dirlik sahihleri kendilerine terk edilen köylerin bu öşür ve resimlerini bizzat veya bilvasıta tahsil ederek buna mukabil askerî vazife görürler ve sefere giderlerdi; yani devlet reâyâ denilen köylü halktan her sene alacağı öşür ve resimleri bizzat kendisi tahsil etmiyerek onu askerî hizmete mukabil timarlı sipahiye tahsis etmişti.

highlight @ loc. 8369-8372

  • Azab’lar Azab (Azeb) bekâr demektir. Bunlar, Anadolu’dan toplanmış muharebeye yarar, dinç, kuvvetli, bekâr Türk gençleridir.

highlight @ loc. 8387-8388

  • Akıncılar Türklerden teşkil edilmiş hafif süvari kuvvetleridir; akıncılar, serhad denilen uçlarda bulunup mükemmel teşkilâta tâbi idiler. İlk defa düşman memleketine yapılan akın ve elde edilen esirlerle o memleket hakkında malûmat elde edilir ve sonra bu, yerleşme mahiyetini alırdı.

highlight @ loc. 8393-8396

  • Bunlar şimdiki motorize kıt’alar gibi o zamana göre pek serî hareket eylediklerinden dolayı halkın kuvve-i mâneviyyeleri üzerinde mühim tesir bırakarak ortalığı sindirirlerdi. Akıncılar, canları bahasına yapdıkları bu akınlarda çok ganimet malı alırlardı.

highlight @ loc. 8398-8400

  • Düşman ülkesine karşı yapılan bir akının, akın adını alabilmesi için o taarruzun mutlak surette akıncı kumandanlarının emrinde olması lâzımdı; eğer akıncı kumandanı kendisi gitmez ve akma gönderdiği kuvvet yüz ve yüzden fazla olursa o akına haramilik ve yüz kişiden aşağı olursa ona da çete denilirdi.

highlight @ loc. 8403-8405

  • Akıncılar, Rumeli’de ayrı ayrı ocak halinde ve muhtelif mıntakalarda bulunurlar ve kumandanlarının isimîerile anılırlardı. Osmanlıların ilk istilâ zamanlarında Evrenuz Bey akıncıları vardı; daha sonra istilâ nisbetinde hudutlarda Mihaloğulları, Turahan Bey ve Malkoç Bey akıncıları meydana çıkmış olup bunlar Mihallı, Turahanlı, Malkaçoğlu akıncıları diye XVI. yüzyıl sonlarına kadar şöhretlerini muhafaza etmişler ve Osmanlı fütuhatında pek mühim hizmet görmüşlerdir.

highlight @ loc. 8407-8408

  • Orta Asya’da görülen felsefe, mantık, fıkıh, uşul-i fıkıh ve edebiyat hareketleri Suriye ve Kahire’ye nisbetle daha kuvvetli ve daha ileri fikirle okutulmakta idi; zaten Suriye ve Mısır’da kelâm ve mantıkdan ziyade tefsir, hadîs, fıkıh, edebiyat ve tarih ileri gitmişti.

highlight @ loc. 8431-8433

  • Hele tasavvuftaki vahdet-i vücudculuk buralarda koyu bir taassup yüzünden inkişaf edememişti; tran ve Orta Asya’da akla kıymet verilmesine mukabil Suriye ve Mısır’da nakliyyatcılık vardı; meşhur Türk mütefekkiri Şemseddin Molla Fenârî Kahire’ye uğradığı sıralarda ora ulemasının kendisini tahrik etmelerine rağmen taassubdan korkduğu için mensup olduğu vahdet-i vücud akidesine dair ora âlimleriyle hiçbir mübaheseye girişmemişti.

highlight @ loc. 8433-8433

  • yine Ahmedî’nin beş bin beyitli Cemşid-ü-Hurşid isimli manzumesi, Çin pâdişahı’nın oğlu Cemşid ile Rum kayserinin kızı Hurşid arasındaki âşikane macerayı tasvir etmektedir; gerek bu eserini ve gerek Tervîhü’l-Ervâh adındaki tıbba dair manzum ve mufassal telifini Emîr Süleyman Çelebi’nin emriyle kaleme almıştır.

highlight @ loc. 8537-8539

  • meşhur mevlûd sahibi Süleyman Çelebi’yi görüyoruz. 812 H./1409 M. de Bursa’da onun kaleme aldığı sehl-i mümteni şiirlerin şaheseri olan mevlûd kitabı, lisanının sâde ve düzgünlüğü ve ifadesinin samimiyeti dolayısiyle bugün de seve seve okunmaktadır; Süleyman Çelebi mevlûdunu yazarken Âşık Paşa’nın manzumelerinden mülhem olmuştur. Yine

highlight @ loc. 8557-8559

  • hükümetin bu ihtiyatı neticesinde müridlerinin çokluğundan dolayı Ankara’da bir hâdise çıkaracağı ihbar edilen Hacı Bayram-ı Veli (vefatı 833 H./1430 M.) II. Murad tarafından Edirne’ye getirtilerek söylenen şeylerin aslı olmadığı görülüp vaaz ve nasihatte bulunarak kendisine lâyık olan hürmetle Ankara’ya, avdet etmiştir.

highlight @ loc. 8646-8648

  • Ebu’l Hayr diye anılan Sultan II. Murad Osmanlı hükümdarları içinde şimdiye kadar lâyikiyle takdir edilmemiş olan yüksek şahsiyettir. Muasırı islâm ve hiristiyan bütün tarihçiler kendisinin karakterini siyasî hüviyyetini adalet ve hakkaniyetini takdirle kaydederler. Sulh zamanlarında haftada iki gün ilmî

highlight @ loc. 8706-8708

  • mübahaselerde bulunurdu916. Millî lisan ve edebiyatın inkişafında mühim âmil olmuştur. Müsaid zamanlarını musiki ve sohbetle geçirirdi; devlet işlerini baba, oğul iki vezir-i âzami olan Çandarlı zade ibrahim ve Halil Paşalara bırakmış olduğundan bu cihetle hemen hiç meşgul olmazdı; fakat memleketinin bir tehlikeye ve bir tecavüze mâruz kaldığını haber alır almaz eğlence ve musahabeleri bir tarafa bırakarak ordusunun başında serhadlere koşardı. Bunun saltanatı zamanında Osmanlı ülkelerinde ilmî cereyan artmış, şiir ve musuki zevki yükselmiştir.

highlight @ loc. 8708-8712

  • Bilhassa II. Murad’ın evvelce bataklık ve eşkiya yatağı olan mahalde Uzunköprü ismiyle meşhur köprüsü bugün de hayret ve takdirle görülmektedir. 174 kemerli ve 392 metre uzunluğunda olan bu köprünün muhafazası için bir köy tesis ile cami ve imaret yaptırmış ve bu köyü, köprüye hizmet mukabilinde vergilerden muaf tutmuştur.934

highlight @ loc. 8827-8829

  • Mangır, moğolca mongün lâfzından muharref imiş. Sonraları buna bakır para denilmiştir. Eski malî tâbirlerden çürük akçe

highlight @ loc. 8878-8879

  • denilince bakır sikkeler kastolunurdu. Sağ akça ise gümüş akçelerdi.

highlight @ loc. 8879-8880

  • II.Sultan Murad Mekke ve Medine ve Kudüs mücavirlerine helal malinden sadaka göndermek istemi;. Bunun üzerine vezir Fazlullah Paça pâdişâhlara hazine gerektir, müsaade edilirse

highlight @ loc. 8931-8933

  • hazine cem edeyim demiş. Pâdişâh nasıl hazine cem edeceğini sormuş, Fazlullah Paşa “bu vilâyetin halkında mübalağa mal vardır; Pâdişâhlara gâh gah bir suret kurup almak caizdir demesi üzerine Sultan Murad: — “Hey Fazlullah bu söz ne sözdür kim söylersin? bizim vilâyetimizde Üç lokma-i helâl vardır, gayn vilâyette yoktur, bîri madenler, biri kâfirden alınan haraç ve biri dahi gazadan hasıl olan maldır ve hem bu bizim leşkerimiz gaziler leşkeridir, imdi bunlara helâl lokma gerektir; şul pâdişâh ki leşkerine haram lokma yedirir ol leşker harami olur, haraminin hod sebatı olmaz, hali nidiği malumdur** Elhasıl Fazlullah Paşa*mn azline bu söz sebeb oldu (Âşık Paşazade s. 197).

highlight @ loc. 8933-8937

  • Halil Paşa da babası gibi II. Murad zamanında bütün kuvveti elinde bulundurmuştur. 848 H. / 1444’deki Edirne-Se-gedin muahedesinden sonra II. Murad’ın saltanattan çekilmesi üzerine

highlight @ loc. 9007-9008

  • yerine hükümdar olan oğlu Manisa valisi II. Mehmed’e de vezir-i âzam oldu; fakat on üç yaşında bulunan çocuk hükümdarın lalası Zağanos Paşa’nın teşvikiyle lüzumsuz emirler vermesinden dolayı sıkıldı; çünkü kendisi Sultan Murad zamanında serbestçe hareket ettiğinden işine müdahaleyi istemiyordu; bu sırada muahedenin bozulması üzerine yeni bir haçlı seferi yapıldığından, padişahı, ordunun başına babasını davete icbar etti, Sultan Murad başkumandan sıfatiyle gelerek Varna muharebesini kazandı ve Edirne’ye dönüşte Halil Paşa’nın tesiriyle oğlunu Manisa’ya göndererek ikinci defa hükümdar oldu.

highlight @ loc. 9008-9012

  • 1364’de Osmanlı tarihlerinin Sırp Sındığı dedikleri Çirmen mevkiine kadar gelen Haçlı kuvvetlerine karşı maiyyeti kumandanlarından Hacı îlbeği’yi göndermiş, onun yaptığı bir baskınla haçlılar perişan olduğundan Lala Şahin Paşa bu muvaffakiyetin bizzat kendisi tarafından elde edilememesinden dolayı Hacı îlbeği’ye hased ederek bü-yük hizmetine karşı bu değerli kumandanı zehirletmiştir.

highlight @ loc. 9201-9204